edebiyat--okulu - Melamilik (Tasavvuf)
   
  ÖZGE GÜL
  Ana Sayfa
  İletişim
  şiirler
  sizden gelenler
  konu anlatımları
  => sıfatlar
  => yazım kuralları
  => fiiller
  => edebi sanatlar
  => şiirde yapı
  => kafiye
  => edebiyattaki gerçeklik
  => metin
  => dilin kullanımı
  => şiir inceleme yöntemleri
  => Melamilik (Tasavvuf)
  => DİVAN EDEBİYATINDA DÜZYAZI
  => türk edebiyat dönemleri
  => söz sanatları
  => DÜZYAZI TÜRLERİ
  => yazı türleri
  testler
  eğlence
  yazı türlerine örnekler
  bilgi köşesi
Melamilik (Tasavvuf) Melamilik (Melamiye) ya da Melametiye (ملامتيه) olarak anılır. Çoğu zaman bir tarikat kimliği gibi değerlendirilmesine karşın, Melamiler tarihte ve özellikle Osmanlı'nın son dönemlerinde tarikatlar ve hurafeci - durağan dini bakış açısına sahip din adamlarına karşı mücadele içinde olmuşlardır. Örneğin; Niyaz-i Mısri bu yüzden sürgün edilmiştir. Dolayısıyla, melamilik bir tarikat değil; Kur'an merkezli - dinamik bir bakış açısı ve duruş olarak öne çıkan tasavvufi bir yaklaşım tarzıdır. Tasavvufu İslam'ın "Batın (iç)" kısmı ve derinliği olarak kabul ederler. Dinin Zahiri (dış) emir ve yasaklarını "eksiksiz" ve "fazlasız" dosdoğru yerine getirmekle birlikte "Kâmil" insan olmak için her zaman ve her yerde Allah'ı zikretmek ve özellikle Allah'ın varlığı ve birliği ile ilgili itikadi konularda derin bilgi sahibi olmak gerektiğine inanırlar. Bu bilginin Kur'an-ı Kerim'de Ledün olarak anıldığına işaret ederler ve "Muteşabih (benzetmeli)" ayetlerin tevilinin, kitabın aslı olan "Muhkem" sınırları içinde yapılması gerektiğini savunurlar. Onlara göre tasavvuf, bu açıdan İslam tarihinin sonraki yüzyıllarında ortaya çıkmış bir felsefi ekol değil, İslam'ın özünde keşfedilmeyi bekleyen "Gizli bir Hazine"dir. Melamilik, tarikat ve cemaatlerden farklı olarak belli bir kişinin kurduğu ve o kişinin adıyla anılan bir grup değil, yaratılış amacının zirvesi olan gerçek kulluğun ne olduğunu anlama ve böylece kâmil (olgun) insan olma niteliğidir. Tasavvuf derslerini aldıkları öğretmenlerine "Mürşid" derler. Mürşid'lerinden keramet veya doğaüstü güçlere sahip olmasını beklemezler. Onlara göre Mürşid sadece kapıyı gösterir, geri kalan sorumluluk öğrenciye (müride) aittir. Allah'ın her kişiye yakın olduğunu ve kişiyle Allah arasına Mürşid de dâhil kimsenin giremeyeceğini savunmuşlardır. Mürşid ne kadar bilgin ve erdemli olursa olsun, o da diğer insanlar gibi kuldur ve kula ait niteliklerle anılması gerekir. Mürşid'lerinden ders ve sohbet şeklinde tahsil ettikleri ilim ve tavsiyelerinin ötesinde bir beklentiye sahip olmadan; Hidayet, Şefaat, Himmet, Tevbe gibi isteklerin yalnız Allah'a arz edilmesi gerektiğini savunurlar. Bu ilmin öğretmenleri de öğrencilerinden asla maddi bir karşılık talep etmemişlerdir. İlm-i Tevhid (Tevhid ilmi) olarak anılan bu derslerin neticesinde "Fenafillah" (Allah'da yok olmak) ve "Bekabillah" (Allah'la var olmak) mertebelerine ermeyi amaçlarlar. Melamilere göre, ilm-i tehvid veya ilm-i ledün, ilk insandan (Adem) son Allah dostuna (Hatem'ul Evliya) kadar taşınacak en yüce emanettir. Bu yüzden bu ilmi talep edenlere karşı çok seçici davranırlar. Sayılarının artmasını değil, emaneti taşıyabilecek nitelikli insana ulaşmayı hedeflerler.(Alıntıdır) Melamet Hırkası Ben melamet hırkasını, Kendim giydim elimle, Arı namus şişesini, Taşa çaldım kimene Gah çıkarım gökyüzüne, Seyrederim âlemi. Gâh inerim yeryüzüne, Seyreder âlem beni. Kâh giderim medreseye, Ders okurum hak için, Kâh giderim meyhaneye, Dem çekerim aşk için. Sofular haram demişler, Bu aşkın şarabına, Ben doldurur ben içerim, Günah benim kimene. Sofular secde ederler, Mescidin mihrabına, Yar eşiğin secdegahım, Yüz sürerim kimene. Nesimiye sordular ki, Yârin ile hoşmusun, Hoş olayım olmayayım, O yar benim kimene. Kul Nesimî BEN MELÂMET HIRKASINI ????: Eğitim Yuvası .::Eğitim Üzerine Her Şey::. http://www.egitimyuvasi.com/forum/turk-edebiyati-donemleri-akimlar/36685_melamilik-tasavvuf#post257801 KENDİM GİYDİM EYNİME (HAYDAR HAYDAR ) AÇIKLAMASI Övünmek cümle âlemleri ve bu âlemlerdeki tüm varlığı kendi zat’ı mevcudiyetinden yaratan Allah’a mahsustur. Selama layık olan ise, aşkına cümle âlemler ve âlemlerdeki varlıklar yaratılan, Hz. Muhammed s.a.v efendimiz ve onunla beraber, her zamanda sağ ve mevcut olan ehli beyt’tir, evladı Resul’dür. O evladı Resul ki, kıyamete kadar insanlığı makamı velayet irşadı ile geçmişte aydınlattığı gibi, halen aydınlatmakta ve gelecekte de aydınlatacaktır. Çünkü insanlığın yaradılışının ideal gayesi olan olgunluğa, yani insanı kâmil makamına ulaşabilmesi ancak evladı Resul irşat aydınlığı ile mümkündür. Evladı Resul’ün en kemal’li ve ziyalılarından olup, zamanında etrafını irşadı ile aydınlatan ve mahlası / lakabı “Nesimi” olan Hazret’in, Türk dünyasında pek meşhur olup, dilden dile dolaşan ilahi’sini şerh etmeyi, bize ihsan ve nasip ettiği için, Allah’a şükürler olsun. Hz Nesim’i buyurdu: BEN MELÂMET HIRKASINI KENDİM GİYDİM EYNİME ARU NAMUS ŞİŞESİNİ TAŞA ÇALDIM KİME NE HAYDAR HAYDAR TAŞA ÇALDIM KİME NE Melâmet hırkasını eyni’ne giymek, insanın cümle kulluğunda Melamiliğin hâkim olup Melamiliğe dâhil olmasıdır. Ki, Melamilik cümle peygamber ve insanı kâmil olan evliyanın ulaştığı kulluk mertebesidir. Melamiler için Kuranı kerimde, “Ey inananlar, içinizden kim dininden dönerse Allah onun yerine öyle bir kavim getirir ki; Allah onları sever, onlar Allah’ı severler, onlar müminlere karşı boyunları büküktür/mütevazı ve merhametlidirler. Kâfirlere karşı başları dik/izzetlidir. Onlar Allah yolunda mücadele ederler, dil uzatanın levminden/kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın dilediğine yönelttiği bir lütuftur / ihsandır…” (Maide, 54) buyrulur. Ki, ehl-i kemâl, bu ayetin Melâmîleri tarif ettiğini beyan etmişlerdir. Çünkü kınayanın kınamasına aldırmamak Arapça ‘levm’ kelimesidir ki, kınanmak manasında olup, melâmet demektir. Ayette ifade edildiği gibi Melâmîler, Allah’ı sevdikleri gibi, Allah da onları sever, yani Allah’la sevişirler. Melamiler daima Cenâb-ı Hak’la vuslatta olduklarından, onlar Hakk’ın kendilerini kınamasından, Hakk’a vuslattan mahrum olmaktan ve Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmemekten korkarlar. Melamiler, Halkın onları cehalet ve gafletle kınamasına aldırmadıkları gibi, cehalete ve zulme karşı, irfâniyet ve kemâlatlarıyla dik ve çetin durup boyun eğmezler. Hidayet tecellilerine ve müminlere karşı ise, mütevazı ve hürmetlidirler. Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabî Hazretleri, Fütuhat-ı Mekkiye adlı eserinde: “Melâmîler; bunlara melâmetçiler de denir. Bu ad dahi lügat yönünden, bunlar için zayıf bir kelime olmuş olur. Bu gibi kişiler, Allah yolunun efendileri ve önderleridir. Bütün âlemin tek efendisi bunların arasındadır. İşte o büyük efendi de Resûlullah Muhammed (sav) Efendimizdir. Bunlar, Hak Teâlâ’nın emir ve yasaklarını bu âlemde yerleştirdiler, kuvvetlendirdiler. Sebeplerini yerli yerinde açıkladılar. Yaramayanların da nedenlerini anlattılar. Dünya evine yarayacak hacetleri dünyaya bıraktılar, ahiret gününün hacetlerini de ahirete bıraktılar. Eşyaya Allah’ın baktığı nazarla baktılar, gerçekleri birbirine karıştırmadılar.” Diyor. Bu itibarla Yunus emre, Niyazi Mısri, Hz. Mevlana vb. gibi çeşitli zamanlarda yaşayıp insanlığı aydınlatmış olan insanı Kamil veliler de, “Melami” olduklarını beyan etmişlerdir. Çünkü Melamilik Pir Seyit Muhammed Nur Hz.lerinin buyurduğu gibi “Kulun fenafillâh olup Hz. Muhammed s.a.v ahlakıyla ahlaklanmasıdır.” Fenafillâh kulun cehaletle kendine ve eşyaya nispet ettiği varlıkların yokluğunda Hakk’ın zat’ı mevcudiyetinden ve tecellilerinden gayrı görmemesidir. Melamiler Hakk’a vasıl / kavuşmuş ve Hakk’ın “Beka”sı ile beka bulmuş kulluklarında “İnsanı kâmil” marifetinin zahir olup açığa çıktığı kulluktur. Bu itibarla insanlığı tebliğ ve irşadı ile aydınlatmış olan cümle peygamberler ve insanı kâmil olan veliler Melami’dir. Peygamberlikle irşat Kur’an-ı Kerim’deki “Muhammed sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. O Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur…” (Ahzab, 40) beyanı mucibince cümle peygamberin imamı Hz. Resûlullah efendimizle nihayete ermiştir. Velayet yolu ile irşat ise, Hz. Resulullah’la beraber aynı zaman ve coğrafyada, cümle evliyanın imamı olan Hz. Ali’nin şahsında zahir olmuştur. Ve bu irşat kıyamete kadar bu âlemde evladı Resul tarafından icra edilecektir. Evladı Resul yani ehlibeyt üçtür. Birincisi soy, ikincisi manevi, üçüncüsü ise hem soy hem de manevi olup, bu iki hasletin birleştiği “Pençeyi âli aba”dır. Yani Hz Resulullah’la beraber Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir. Ve Hz. Hasan’ın ve Hz. Hüseyin’in hem manevi hem de soy hasletlerini taşıyan evlatlarıdır. Asrısaadette Hz. Resulullah’ın “ehli beytimdir” dediği, soyundan gelmeyen Manevi evladı Resul olan sahabeler vardı, fakat bunların en meşhur ve çarpıcı örneği Selmanı Farisi Hz.lerdir ki, Hz. Selman, Faris’i, yani İranlı olup, Hz. Resulullah’ın yaşadığı coğrafya ve oradaki insanlarla hiçbir akrabalığı ve yakınlığı yoktu. Selman hakkında Hz. Resûlullah efendimiz, “Selman benim ehlibeytimdir” ve yine “ Selman bendendir ben selmandan” buyurmuştur. İşte manevi evladı Resul olan bu sahabeler, daha ziyade irşatla görevli olanlar idiler. Bunlar gördükleri “meratibi ilahi” seyri süluk’u ile kendilerinin ve cümle eşyanın nispet varlığından fenafillâh irfaniyeti ile soyunup Hakk’a kavuşmuş, Hakk’ın Bekası ile beka bulmuş, Muhammedi ahlakla ahlaklanıp, yukarıda evsafı belirtilen “Melami” neşesi ile yaşayanlardan idiler. ????: Eğitim Yuvası .::Eğitim Üzerine Her Şey::. http://www.egitimyuvasi.com/forum/showthread.php?p=257801 Bu itibarla, cümle zaman ve coğrafyada yaşamış ve yaşayan “Melamiler” manevi evladı Resul olup, irşatları ile insanlığı aydınlatmışlardır. Ki, bu mevzu Kuran’da “Muhammed Allah'ın elçisidir. Onunla beraber olanlar inkârcılara karşı çetin, aşılmazdırlar. Kendi aralarında ve müminlere karşı yumuşaktırlar. Onlar secde ve rükû ederler. Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk isterler. Görünüşlerine gelince yüzlerinde secde eseri / izi vardır. Biz bunu Tevrat’ta da aynı şekilde yazdık. İncil’de ise ekin filizi ile misâllendirdik...” Fetih, 29 ayeti ile beyan edilir. Ki Tevrat, Peygamber Efendimizden yaklaşık 1200, İncil ise yaklaşık 600 yıl evvel inzal olmuştur. Ayette bahsedilen “Muhammed’le beraber olanlar” manevi evladı Resul’dür. Bunlar fenafillâh irfaniyetiyle yokluğa ulaşmış, Hak’la beka bulmuş Muhammedi ahlak ve Melâmet neşesiyle tüm zamanlarda var olan kullardır. Bu itibarla manevi evladı Resul, Peygamber Efendimizin unsur bedenle bu âlemde zuhurundan evvel de var idiler, halen de mevcut olup sonra da var olacaklardır. Bunların “yüzlerindeki secde izi,” kulun yokluk irfaniyeti olup fenafillâh keşfidir. Velhasıl “Ben melâmet hırkasını kendim giydim eynime” buyurmakla Hz. “Nesimi,” vasıfları yukarıda beyan edilen, evladı Resul irşadı ve Melâmet neşesiyle hâsıl olan olgunluğa, yani insanı kâmil makamına ulaştığını beyan ediyor. Melamilik, insanı kâmil marifetiyle açığa çıktığı için, kâmil’in anlayış ve ahvali cahiller tarafından tenkide uğrar ve ayette belirtildiği gibi o, “kınanır.” Çünkü cahiller doğruluğuna ve yanlışlığına bakmadan atadan kalma değerlere ve geleneğe tabi olurlar. Cahiller Din’e sirayet etmiş olan ve kuranla, Hz. peygamberin uygulamalarıyla aynı olmayan değerlere bağlı kalmayı, dindarlık olarak görürler, kendilerini uyaran zamanın Kâmili’ni ise, sapıklık ve dine riayet etmeyen gibi vb. vasıflarla kayıtlar ve Kamil’e zülüm yaparlar. Hatta onun katline fetva verip zamanın Kâmili’nden istifade edemedikleri gibi onun kanını akıtırlar. Aynı imamı azam, Şemsi tebrizi, Şeyhül Ekber Muhiddin Arabî Hz.leri vb. gibi. Ki, Hz. Nesimi’nin de cahiller tarafından işkence edilerek şehit edildiği rivayet edilir. Bu itibarla cümle peygamberler ilim ve irfaniyetle zuhur etmelerine rağmen, Peygamberleri cehaletle ret ve inkâr edenler daima atadan kalma değerlere ve geleneğe uymamakla peygamberleri itham etmişlerdir. İşte beyitte ifade edilen “arı namus şişesi,” halkın cehalet kaynaklı anlayışlarıdır. Bunu beyanla Hz. Nesimi, ben melâmet neşesi ve insanı kâmil marifetiyle ulaştığım kulluğumda, Allah’ın buyrukları ve Hz. Peygamber efendimizin ahlakı üzere yaşıyorum ve cahil halkın beni kınamasına aldırmıyorum, ben cehaletin oluşturduğu “Arı namus şişesini taşa çaldım kime ne” diyor. Her beyitte tekrarlanan “Haydar” ise, Hz. Ali kv. nin lakabı olup, atılgan aslan ve devamlı diriliği ifade eder. Hz. Ali zahiren de Hz. Resûlullah efendimizle ve diğer sahabelerle katıldığı savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermiş, kılıcı Zülfikar ile fetihler yapmış, İslam dünyasında haklı bir şöhrete ulaşmıştır. Hakikat’te ise, Hz. Ali cümle insanı kâmil olan evliyanın kemalat ve marifetinde her zaman sağdır, diridir. Fetih açılma açma, Zülfikar ise, Marifet demektir. Her Kamil olan velinin irşadındaki fetih’te, Hz. Ali nin imam olduğu velayet zahir olur. Ve o velayet marifeti olan Zülfikar’la, cehlin oluşturduğu anlayış ve zanların başları kesildiği zaman, o kul, “velayet fethiyle” arif ve kâmil olur. Bu itibarla, her zamandaki Melami olan insanı kâmil’in marifet ve irşadında, Hz. Ali nin imam olduğu velayet sağ ve diri olup “Haydar”dır. Vesselam. GÂH ÇIKARIM GÖKYÜZÜNE SEYREDERİM ÂLEMİ GÂH İNERİM YERYÜZÜNE SEYREDER ÂLEM BENİ Melâmet neşesi ile var olan insanı kâmil’in iki yönü vardır. Kamil’in bir yönü daima mutlak olan Hakk’a dönüktür ki, Kamil bu yönü ile Hak’tan hiç gaflet etmez, daima Hak’la olur. Kamil’in diğer yönü ise mukayyet olan Kulluğa dönük olup, halk içinde beşeri ihtiyaçlar ve münasebetlerle hâsıl olan bir kullukla var olur. Kamil’in böyle hem mutlak olan Hakk’a hem de mukayyet olan Kulluğa yönelik olması ona kusur olmaz. Çünkü o, Hakk’a baktığında sırf Vahdet’e ait olan Rahman, Rahim, settar Gaffar vb. gibi olan esma tecellilerini görür ki, bu aynı zamanda onun yükselerek Gök ehli olmasıdır. Çünkü bu Hakk’a ait olan esmalar, Halk’ın oluşturduğu ikilik olmayıp, Allah’ın vahdaniyetini temsil eden isimlerdir. Bu itibarla Göğe yükselmek yeryüzündeki kesretle değil, Vahdet olan Gökyüzü ile teşbih ve beyan edilir. Çünkü Gök’te tek renk hâkimdir. Bu tek renk olan Ulûhiyetin Vahdeti’ne, yani Allah’ın Bir’liğine yükselmek ise, bir olan İlahi sevgiliyi, müşahede etmek olup “Gökyüzüne çıkmak” tır. Âlem, mutlak varlığın zuhuru olan esma demektir. Âlemi seyretmek ise, gerek Hakk’a, gerekse kullara ait olan cümle esmayı / âlemi Vahdet’in zuhuru olarak görüp, esmanın / âlemin yokluğunu müşahede etmektir. Vesselam. İnsanı Kamil, kulluğa yöneldiğinde Allah’ın mukayyet olan kesret zuhurunu müşahede eder. Yani Ulûhiyetin tecellisi ile Halk’a ait isimler kesretini oluşturan, ağaç, taş, toprak, insan, hayvan vb. varlıkları görür. Bu mukayyet olan kesret yeryüzündeki çokluktur. Bu çokluğu oluşturan esmalar, kul olması itibarıyla kâmil’e tesir eder, fakat onu gayriyete düşürmez. Bunun için “yeryüzüne inerim” demek, ben kul ve aciz olmakla kesreti oluşturan esmaların tesirine girerim demektir. “Seyreder âlem beni” sözünün manası ise, mukayyet olan kesret tarafından seyredilirim demektir. Bunu beyanla insanı kâmil olan Hz. Nesim’i, “Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni” Buyurmakla bazen mutlak olan Hakk’ın vahdaniyetine Bir’liğine ait tecellilerle göğe çıkıp esma olan Âlemin yokluğunu seyrederim. Bazen de mukayyet olan kesret âlemi tesiri ile seyredilirim diyor. SOFULAR HARAM DEMİŞLER BU AŞKIN ŞARABINA YAR DOLDURUR BEN İÇERİM GÜNAH BENİM KİME NE Sofu, din’in batın yönünden gafletle, sadece dinin şeriat’a ait olan zahir yönü ile kulluk yapan, ve bu kulluğunu da Kamil bir kulluk zanneden, kendisi gibi kulluk yapmayanları ise eksik gören kimsedir. Beyitte ifade edilen Aşk, Allah aşk’ıdır, ilahi aşka dair yapılan irşat şaraptır, bu irşat dan istifadeleşmek ise, ilahi aşk’ın Şarabı’nı içmektir. Bu irşat dan hasıl olan ilahi zevk, aşığın, sarhoşluğudur. Kadeh ise aşığın gönlüdür. Gönül kadehi, Kamil olan Mürşidin telkin ve irşadı ile dolar. Vesselam. Din’in zahir yönü olduğu gibi batın yönü de vardır. Din’in zahirini şeriat oluşturur ki, ilmi şeriat kulun ibadet ve davranışlarının ne şekilde ve nasıl olacağıyla ilgilenir. Mesela namazda secdenin rükû’un ne şekilde yapılacağını, insanlar arasında olan ticaret ve sosyal ilişkilerin nasıl olacağını düzenler. Dinin batınına ait olan ilimler vardır. Bu batın ilimlerin de tahsil edilmesiyle ancak, dinin hem zahir hem batın kulluğu o kimsenin şahsında kemal bulur ve o kişi İnsanı kâmil olur. Dinin sadece zahiri ile yetinip batın ilimlerinin cahili ve gafili olmak, o kulun eksikliğidir / nakıslığıdır. İşte sofu böyle nakıs / eksik bir kullukla dinin ilahi aşka ve batınına ait olan değer ve ibadetlerle meşgul olmayı cehalet ve gafletle günah olarak görür. Fakat “melâmet” marifetiyle insanı kâmil olan Hz. Nesimi, “Sofular haram demişler Allah aşkın’dan istifadeleşmeye, ilahi sevgili olan yârim, bana Kamil’in telkin ve irşadında gözükür, ben o irşat şarabını içmekle, ilahi sevgiliyi müşahede edip sarhoş olurum, eğer bu hal günah ise ben günahkârım” diyor. GÂH GİDERİM MEDRESEYE DERS OKURUM HAK İÇİN GÂH GİDERİM MEYHANEYE DEM ÇEKERİM AŞK İÇİN Pir seyyid Muhammed nur Hz.leri, “Kuranı kerim dört ilim ve yedi makam üzere inmiştir.” Buyurur ki, bu dört ilim şeriat ilmi, Tarikat ilmi, Hakikat ilmi ve Marifet ilmidir. Şeriat’a ait olan zahir ilimler medresede, yani bugünkü ihtisas elde edilen üniversiteler ve yüksek okul vb. gibi olan okullarda tahsil edilir. Ve medresede tahsil ettiği ilim’le, o kimse hukukçu, edebiyatçı tıp uzmanı vs. olur. Bu zahir ilimlerden bazıları mesela fıkıh, kulun zahiri ibadet ve davranışlarını düzenler. İşte yukarıda vasıflarından bahsettiğimiz sofular, din’in batınından aşk boyutundan gafletle, din demek fıkıh demektir anlayış ve cehli ile ilahi aşk’a dâhil olmayı din dışı olarak görürler. Bir kimse dinin sadece zahiri olan şeriat ilmi ile kulluk yaparsa, o kimse ahirette nefsini cehennem ateşinden koruyup, amel cennetine dâhil olur. Fakat makamı insan’a yükselip İnsanı kâmil olamadığı için o kimse eksiktir / nakıstır. İşte bu nakıslık Kamil bir kulluğa eriştirmediği için o kimse, dünya ve ahirette hüzün ve kederle yaşar. Makamı insan’a ulaşarak kul’un insanı Kamil olması, dinin batınına ait olup Kuran’da “Leddun” (Kehf-65) olarak beyan edilen, tarikat, hakikat ve marifet ilimlerini tahsil etmesi ile mümkündür. Bu ilimler eskiden tekkelerde Kamil olan mürşid’den tahsil edilirdi. Bu gün ise tekkeler fonksiyonlarını kaybettiklerinden, doğru ve isabetli bir kararla kapatılmıştır. Fakat İnsanı Kamil, daha evvel beyan edildiği gibi “melâmet” neşesi ve evladı Resul irşadıyla her zaman mevcut olup, bu irşat, kulun var olduğu tüm zaman ve mekânlarda devam eder. İşte zamanın kamili’nin irşat ve marifetinin hâsıl olduğu, ehli zikrin, ariflerin ve ehli kemalin meclisi, Hak âşıklarının “meyhanesi” olup, âşıklar orada ilahi aşk irşadı ile sarhoş olup zevki ilahi ile lezzetlenirler keyiflenirler. Bunu beyanla Hz. Nesimi, “Gah giderim medreseye ders okurum Hak için” beyanı ile, medresede öğretilen dinin şeriatına muhakkak tabi olup Allah’ın emir ve yasaklarına kesinlikle riayet ederim. Fakat benim bu riayetim, nefsimi huri, gılman, köşk vb. amel cenneti nimetleri ile nefsimi lezzetlendirmek için olmayıp, ilahi sevgili olan cenabı Hak emrettiği içindir. Yani “Hak için” dir diyor. Ve devamla “Gâh giderim meyhaneye dem çekerim aşk için” beyanı ile de, Hakk’ın emri olan şeriat’a kesinlikle riayet etmekle beraber, Kamil’in irşadının zahir olduğu, ehli aşk ehli kemal ve ariflerden oluşan meclis-i meyhaneye, ilahi aşk için giderim buyuruyor. SOFULAR SECDE EDERLER MESCİDİN MİHRABINA OL DOST İLE DOST OLMUŞUM KIBLEGAHIM KİME NE İlmi Şeriat’a göre Hakk’ın huzuruna durmak, kıbleye, yani Beytullah’a yönelmekten ibarettir. Hac için Kâbe’ye gitmek ise Beytullah’ı ziyarettir, yani Allah’ın evini ziyarettir. İlmi Hakikat’e göre kıble, kulun kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbi’ni müşahede etmesidir. Beytullah yani Allah’ın evi ise, Kul’un gönlüdür / kalbidir. Ki, bunu beyanla Cenabı Hak, hadisi kutside “Ben yerlerime ve göklerime sığmam mümin kulumun kalbine sığarım” buyurur. Kuran’da ise, “Gözünüzü açın Allah’ın velileri / dostları için hiç bir korku yoktur. Mahzun da olmaz onlar.” (Yunus, 62) buyrulur. Dost “Veli” demektir ki Allah’ın bir ismi de Veli’dir, yani Dost’tur. Eğer bir kimse melâmet neşesi ile cümle varlığın ve kendinin yokluğunda / fenasında Rabbi’ne kavuşup Rabbin bekası ile beka bulursa, o mümin kul Allah’ın dostu olur ki, böyle dostu olan kul’unda Hak, Dost ismi ile tecelli eder ve o kul, “dost ile dost” olur. Dost kulluğuyla, telkin ve irşadında Hakk’ın dostluğunu zahir edip açığa çıkaran Kamil, aynı zamanda Hakk’ı mevhumda değil de mevcutta arayan taliplerin, âşıkların kıblegâhı’dır. Kamil, bu yeryüzünde cümle tecellileri içinde Allah’ın, kerem, yani ikram yüzü olup, Hakk’ın Cemali’nin açığa çıktığı mazhardır. Bu itibarla cümle sahabe içerisinde sadece Hz. Ali, “kerem Allah’u veçhe,” yani Allah’ın ikram yüzü olarak vasıflandırılır. İşte velayet irşadının imamı olan Hz. Ali’nin marifeti, zamanın Kâmili’nin irşadında açığa çıkar. Cümle saliklerin, taliplerin ve âşıkların, Kamil’in telkin ve irşadındaki Hak Cemali’ne yönelmelerinden, zamanın kâmil’i Kıble gâh olur. Yani Kamil’in telkini olan Allah’ın makamları âşıkların, ariflerin kıble’sidir. Yoksa kâmil’in suretini şahsını kıble yapmak küfür ve açık şirk olup, büyük günahtır. Kur’an-ı Kerim’de “O’nun veçhinden / yüzünden başka her şey helâk tadır, yokluktadır…” (Kasas, 88) buyrulur. Bu ve benzer ayet beyanlarından da anlaşıldığı gibi ehli aşk olan arif, kendinde ve cümle eşyada apaçık zahir olan ulûhiyet’in yani Allah’ın makamlarından başka bir şey görmediğinden, onun Allah’tan gayrı kıblesi olmaz. Çünkü Cenabı Hak, “Doğu da batı da yalnız Allah’ındır. Siz yüzünüzü nereye çevirirseniz çevirin Allah’ın yüzü ordadır…” (Bakara, 115) buyurur. Secde yapmak, kulun Allah karşısındaki en tenezzüllü kulluk halidir. Bir mümin’in, Şeriat kurallarına riayetle vakit namazını kılarken, mihrap istikameti olan kıbleye yönelerek yaptığı secde, bunun ispatı olup kulun aczi yetinin beyanıdır. Hakikatte secde ise, kulun yokluk / fena aczi yetiyle Hakk’ın beka varlığına secde etmesidir. Çünkü ayette “Secde et ve yaklaş.” (Alak, 19) Hadis-i şerifte ise “Kulun Allah’a en yakın olduğu an, secde anıdır.” buyrulur. İşte hakikat’in secdesi “melâmet” marifetiyle kulun hiç bir nispet varlığı olmadan, kendinin ve cümle âlemin mevcudiyetinde Hak’tan gayrı görmeyip, kulun yokluğuyla Hakk’ın varlığına secdesidir. Bunu beyanla Hz. Nesimi, hakikat’ten nasiplenmemiş, kendindeki ve cümle eşyadaki Hak’tan cehaletle perdeli olan sofular, secdenin hakiki mahiyetinden gafletle, şeriat’ın emri gereği yalnız mihrap istikameti olan kıbleye yönelip secde ederler diyor. Ve devamla Melâmet marifeti beni Hakk’a, dost ettiği gibi, beni Hakk’ın Dost tecellisine mazhar kıldı ve “Dost ile Dost oldum” diyor. “Melâmet” marifeti ile yaptığım telkin ve irşadımdaki Allah’ın makamları, cümle salik, talip ve âşıklara “kıble gâh” olup, bu mazhariyetimden “kime ne” buyuruyor. NESİMİ’YE SORDULAR YÂRİN İLE HOŞMUSUN HOŞ OLAYIM OLMAYAYIM OL YAR BENİM KİME NE Hz. Nesimi, Evladı Resul ve Melami ruhaniyet ve neşesiyle yaşamış olan zamanının Kamil’i mürşididir. Kamil, daima kendinde ve cümle eşyada tecelli eden meratibi ilahi ile yani Allah’ın makamlarıyla meşgul olur. Kamil bu marifeti ile bu âlemde ve cümle âlemlerde Hak’la var olup beka bulur. Bunu beyanla Cenâb-ı Hak kutsi hadiste, “Beni talep edene bulunurum, kime bulunursam onu âşık ederim, kimi âşık edersem onu arif ederim, kimi arif edersem onu vasıl ederim, kimi vasıl edersem onu katlederim, kimi katledersem onun diyeti ben olurum, kimin diyeti ben olursam onunla benim aramda fark kalmaz.” Buyurur. Rivayet olunur ki, Bağdat halifesi mecnun haline acıyıp, onları birleştirmek için Leyla ile Mecnunu huzuruma getirin diye emreder. Ve Leyla ile mecnun gelir. Halife: ey mecnun nasılsın dediğinde, Mecnun: “ben ol da bil” der. Halife: “işte Leyla’yı sana vereyim sen Leyla’yı al, bu hasret sona ersin de kendine gel” dedi. Mecnun ise: “Leyla benim, beni bana nasıl verirsin” der. Halife: Leyla’ya sen söyle diye emreder. Leyla: Ey Mecnun ben Leyla’yım. Dediğinde Mecnun:”Eğer sen Leyla isen ben kimim? Leyla iki midir ki, deyip Leyla'ya bakmadan, Leyla Leyla diyerek oradan gider. İşte insanı Kamil’in mazhariyetinden gafil ve habersiz olan kimselerin: ”yarin ile hoş musun” Yani din’le aran nasıl, İbadetlerini yapabiliyor musun, Allah’la aran nasıl iyimi, mahiyetindeki sorularına cevaben Hz. Nesimi, İlahi sevgili olan o yar’im, yokluğumda tecellisi ile var olup benim kulluğumda zahir olandır, irfaniyeti ile ”Hoş olayım olmayayım ol yar benim kime ne” diyor. Cahiller tarafından şehit edildiği rivayet olunan Nesimi Hz.lerinin, “Haydar Haydar” olarak halk arasında meşhur olan, ”Ben melâmet hırkasını kendim giydim eynime” İlahi’sinin şerhi / açıklaması hatalarıyla beraber tamam oldu. Her şeyi en iyi bilen Allah’tır.
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol